İzleyiciler

25 Şubat 2019 Pazartesi

Ayakkabısında yılanla 15 bin kilometre seyahat etti!

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/02/25/ayakkabisinda-yilanla-15-bin-kilometre-seyahat-etti/

Ayakkabısında yılanla 15 bin kilometre seyahat etti!

Avustralya'da yaz tatilindeyken odasında yılan gördü, tüm aileyi uyandırdı ama bir şey bulamadılar... O yılan, ayakkabının içinde Queensland'den İskoçya'ya geldi... 15 bin kilometrelik yol sırasında bir de deri değiştirdi...

Meryem Ana Sendromu ve Exorcist

https://listelist.com/emily-rose-anneliese-michel/?utm_source=facebook&utm_medium=social&utm_campaign=listelist&fbclid=IwAR3XArNlqpiBrSxzMnuPHSCrHH79rwjAxxwZvlVAW8vF9jYsDZ7hq2DmRmk

Şeytan Çarpması Filminin Gerçek Kahramanı Anneliese Michel’in Akıllara Durgunluk Veren Hikayesi

Cehalet, bir insanın başına gelebilecek en korkunç durum olabilir. Sorgulamamak ve cehalet birleşince bir insanın hayatını bitirebiliyor. Yaşanılan dönem, bilgisizlik, körü körüne bir inanç ve gencecik bir kadının eriyip yok olması…
Kendisini “Meryem Ana Sendromu” olarak adlandırılan bir sendromun içerisinde bulan genç bir kadın, dünyadaki tüm kötülüklerden kendini sorumlu tutuyordu. Hatta bir gün tren istasyonunda yatan uyuşturucu bağımlılarını anlayabilmek için soğuk beton üzerinde bile yatmıştı. İnanılmaz ince düşünceler, aşırı iyi olmak; belki de sonun başlangıcıydı.
Çoğumuzun izlediği ve tüylerimizi diken diken eden bir film vardı; “The Exorcism Of Emily Rose”. Filme konu olan kişinin gerçek ismi ise Anneliese Michel…

Katı Katolik bir baba ve dini inançları yüzünden gözü kararmış bir annenin çocuğuydu Anneliese…

2
Anneliese Michel, en solda ayakta duruyor.

Sonra mutlu bir genç kız oldu… Ta ki, bu mutlu dönemden; o korku dolu psikolojiye geçiş yapana kadar…

1
Okul hayatında son derece başarılı olan Anneliese, öğretmen olmak istiyordu. Yüzünden gülümseme asla eksilmiyor ve herkese iyilik saçmak için dünyaya geldiğine inanıyordu. Fakat ailesinin onun üzerindeki baskısı, yaşı ilerledikçe artmaya başlamış ve bu da korkunç bir sürecin başlamasına sebep olmuştu.

Anneliese’nin ciddi bir depresyona adım atması; annesinin, erkek arkadaşıyla olan ilişkisine onay vermemesiyle oldu.

3
Peter ismindeki genç ile aşk yaşıyorlardı. Fakat annesi evlilik dışı karşı cins ile iletişimin ne kadar kötü bir şey olduğundan bahsederek ikisinin ilişkisini sonlandırması adına baskılar uyguluyordu. Oysa kendisi, eşi ile henüz nişanlıyken ilk çocukları olan Martha’ya hamile kalmıştı. Martha 8 yaşında öldüğünde ise bu durumun tüm yükünü Anneliese çekmeye başlamıştı. Aşkını yaşamasına bile izin verilmeyen genç kadın ciddi bir depresyonun içerisine ilk adımı böyle attı.

Ve ilk ciddi krizini 16 yaşında yaşadı…

9
1968 yılında bir gece, ciddi bir kriz geçirir Anneliese. Yaşatılan baskıların artması, cehennem korkusu… Tüm bunlar henüz genç bir kadın olan Anneliese için çok fazlaydı. Vücudu-ruhu bunu kaldıramadı ve tüm vücudunun kasılmasına sebep olan krizler başladı. Önündeki 7 sene boyunca ataklar oldukça sıklaştı. Halüsinasyonlar görmeye başladı, iblislerin kendisiyle iletişime geçtiğini anlattı doktorlara. İlaçların fayda etmediğini gören doktorlar “epilepsi” teşhisi koydular genç kadına.

Ailesi, durumu giderek daha da kötüye giden Anneliese’nin içine şeytan girdiğini düşünüyordu artık… Genç kadının 1975-1976 senesi aralığında farklı bir dilde konuşmaya başlaması ise onları iyice korkutmuştu.

7
Tamamen bilmediği bir dilde konuşmaya başlayan genç kadın, krizler esnasında evin içinde çırıl çıplak koşmaya, kendi idrarını içmeye, hatta örümcek yemeye başladı. Hiçbir şekilde yemek yemeyen genç kadın iblislerin kendisine izin vermediğinden bahsediyordu. İlaçlarla uyutulmaya başlandı. Bu dönem içerisinde kiliseden bile yardım istedi aile.

Ailesinin bu korkuyla kiliseden yardım istemesi üzerine başlatılan şeytan çıkarma ayinleri ise, genç kadının ataklarının daha da artmasına sebep oldu…

Genç kadının, şeytan çıkartma ayinlerinde yaşadığı krizler korkunç bir hal almıştı. Tüm ayinleri kaydeden rahiplerin elinde 40 küsür ses kaydı bulunmaktaydı. Genç kadını zaman zaman iki, hatta üç erkek bile tutamıyordu. 30 haziran 1976 senesinde son seans yapıldı. Bu süreçten sonra ise Anneliese zaman zaman kısmi felç geçirmeye başladı.

Anneliese, 10 ay boyunca 67 kez şeytan çıkarma ayinine maruz kaldı. Bu ayinler sırasında 600 kez diz çöktüğü için dizlerindeki bağlar koptu…

İlaçların bırakılmasını söyleyen doktor, rahipler, şeytan tarafından kızlarının ele geçirildiğine inanıp tıbbi destek almayı reddeden bir aile…

Korkunç bir olayın içerisinde kalan zavallı kadın, beslenme eksikliği ve maruz kaldığı işkenceler yüzünden zatürreye yakalandı… Ve sadece 23 yaşındayken, 31 kilo bir bedenle hayata veda etti…


Ayinler, epilepsi krizlerini tetiklemiş ve Anneliese’nin ölümüne sebep olmuştu. Doktorların açıklamalarına göre; iç organlarda herhangi bir bozulma yoktu fakat epilepsi krizleri kontrol altına alınabilecek iken, ilaçların bırakılması ve ayinlerin stresi genç kadını çok daha korkunç bir psikolojiye sokmuştu.

Anneliese’nin anne ve babası, onun ölümünün ardından, gencecik bir kadının yaşadığı bu ızdıraba sebep oldukları için tutuklandılar…

11
Ayinlere katılan 2 peder de tutuklandılar. 6 ay hapis, 3 sene de gözaltı idi sadece cezaları. Roma Katolik Kilisesi ise, durumdan haberdar olmadıklarını söyleyerek herhangi bir ceza almadı.

İşte bu da ayinlerdeki ses kayıtları… Ancak oldukça tedirgin edici olduğunu özellikle vurgulamak isteriz.

24 Şubat 2019 Pazar

"Saat tamircilerinin yanına gidip onları izlerdim."

https://www.gazeteduvar.com.tr/hayat/2019/02/24/dedesinden-ogrendigi-saat-tamirciligini-bir-omur-yapti/

Dedesinden öğrendiği saat tamirciliğini bir ömür yaptı

Ömrünün 60 yılını saat tamirciliğine vermiş Kemal Özcan. Karşılığında ise görme yetisi azalmış, çok sevdiği mesleğini yakında bırakmak zorunda. Arada fabrika ve inşaat işçiliği de yapmış, yanlışlıkla sendikacı da olmuş, yanında çalışan ilk yardımcısı saatlerini çaldığı için bir daha hiç çırak almamış, mesleği dedesinden öğrenmiş ve içinde hep bir ev özlemi olmuş Kemal Özcan'ın...
Fotoğraflar: Adem Erkoçak
Adem Erkoçak  aerkocak@gazeteduvar.com.tr
DUVAR – Üsküdar’da küçük bir dükkân, Özcan Saat isminde. İçerideki Kemal Usta, tam 60 yıldır bu mesleği yapıyor. Dedesinden öğrendiği saat tamiri işini Nisan ayında oğluna bırakacak çünkü artık gözleri lup mercekten baktığında iyi görmüyor. Hani şu tek göze takılan, kuyumcuların, mücevhercilerin de kullandığı bir çeşit büyüteç. “Gözle görülemeyecek kadar küçük parçalar, vidalar var. Onları görmek için kullanıyorum. Yaş ilerledi, şimdi gözler de görmüyor,” diyen Kemal Özcan, bu meslek sayesinde dünyalığını da yapmış. Dükkânın hemen üst katındaki evde yaşıyor. Yanı başında yine kendisinin sahibi olduğu bir küçük dükkan daha var. Bu üç kapı da yan yana dizilmiş, evin kapısı ise ortada.
Kemal Özcan’ın sahip olduğu iki küçük dükkân ve bir evinin kapısı yan yana…
Kemal Özcan, 1948 yılında Sinop Ayancık’a bağlı Köseyakası köyünde dünyaya gelmiş. İlkokulu bu köyde okumuş. Dedesini dükkanı ise Ayancık’taymış. 15 günde ya da ayda bir buraya gelir ve çalışırmış. Zaten Özcan’ın ömrü sürekli çalışmakla geçmiş. İnşaatlarda, fabrikalarda, seyyar tezgahlarda, tamircilikle… Dolayısıyla erken yaşlardan itibaren ayrılmak zorunda kaldığı ev onda hayatı boyunca büyük bir boşluk, eksiklik ve hasret yaratmış. Belki de bu yüzden, köydeki evlerini restore etmek ve oraya da yerleşmek istiyor.
Kemal Özcan’ın köydeki restore etmek istediği ev…
‘YANLIŞLIKLA’ SENDİKACI OLDU, İŞTEN KOVULDU
Özcan, İstanbul’a ilk geldiğinde henüz 13’ündeymiş: “‘1961’de İstanbul’a geldim. Bir akrabamızın kızının yanında, ona eşlik etmem için yolladılar. O zaman abim de buradaydı, ben de onun yanına geldim. Abimde kalırken Çağlayan, Hürriyet Tepesinde inşaatlarda çalışmaya başladım. İşe girince bağladım kaldım İstanbul’da. İnşaata devam ederken bir arkadaşım Atabay ilaç fabrikasına aldı beni, orada çalıştım. Çalışırken askere gittim. 24 ay boyunca maaşımı aldım. Askerden dönünce, Sinop Ayancık’ta bir dükkân açtım. Ama fabrikadan da çağırıyorlar. Tabii adamlar bana 24 ay maaş verdiler ya, dükkânı kapatıp fabrikaya dönmek zorunda kaldım. ’70-’74 arası orada çalıştım.”
Çalıştığı bu fabrikadan, “sendikalı olduğu” hatta “sendika olaylarını başlattığı” için kovulur. “Ama sendika olayıyla ilgim yok,” diyor Özcan, “Orada bir kadın bana bir kitap verdi, sendika kitabıymış. Hiç okumadım bile. Benden habersiz bir toplantı yapmışlar ve beni sendika temsilcisi seçmişler. ‘Sendikayla uğraşan bu’ diye fabrika sahipleri beni şutladılar. Ondan sonra Otosan’da işe girdim. Anadol marka arabaların kapılarını yapıyorduk. Üç buçuk sene de orada çalıştım. Ama işi sevmedim. Sonra da ayrıldım oradan.”
Kemal Özcan
KULLANDIĞI TAKIMLARIN ÇOĞU DEDEDEN KALMA
Geçinmek için bu işleri yapsa da saatler her zaman en büyük tutkusu olmaya devam etmiş Özcan’ın: “Bir yanda fabrikada çalışıyor, bir yandan da seyyar tezgahta saat satıyordum. Hafta sonları tamir de yapardım. Saat tamircilerinin yanına gidip onları izlerdim. Birçoğu içinden çıkamadıkları işleri bana yaptırırlardı.”
Kemal Özcan, sadece saat tamir etmiyor. Gramofon, transistörlü, lambalı, bataryalı radyo ve televizyon tamiri de elinden gelenler. Hatta askerden sonra köyüne döndüğünde bu tip tamir işleriyle geçindiğini söylüyor. “Dedemden başka hiçbir ustanın yanında çalışmadım,” diyor Özcan, “Dedemin yanında işe başladığımda Rus, Çekoslovak ve Alman saatleri vardı. Alman Peter’lerin zemberekleri çok kopardı. Onları tamir etmekle başladım. Bugün kullandığım takımların çoğu dedemden kalma. Gözlerim görse bu mesleği bırakmam, çok seviyorum.”
Deden kalma takımlardan birkaçı…
HIRSIZ ÇIRAK YÜZÜNDEN BAŞKA BİRİYLE ÇALIŞMADI
Dükkânını ve dolayısıyla mesleğini oğluna bırakacak Kemal Özcan’a, başka birilerini daha yetiştirip yetiştirmediğini soruyorum. Özcan, yaşadığı bir olayla yanıt veriyor:
“Aldım, Konyalı bir çocuk aldım yanıma. Yüksek İslam Enstitüsü’nde (şimdi Marmara İlahiyat) okuyordu. İşe de eli yatkın, becerikli bir çocuktu. 1979 yılı, ustalık diplomamı almaya gideceğim gün ona dedim ki ‘Sen dükkâna bak, ben diplomayı alıp geleceğim.’ ‘Yok,’ dedi ‘bugün benim kız arkadaşlarım gelecek, onlarla gezeceğim’ dedi. Çocuğu bağlayamazsın sonuçta, ben dükkânı kapatıp gittim. Geri döndüğümde baktım ki tezgahın üstündeki, vitrindeki saatler yok. Tam 147 tane saat alınmış. Çoğu müşterilerin saati. O geliyor saat yok, bu geliyor saat yok. Kimi iyi karşılıyor, kimisi kötü karşılıyor.
O çocuğun annesi ve babası okul müdürü, kız kardeşi avukat, eniştesi savcı. Böyle bir aile. Oğullarını ziyarete geldiklerinde dükkâna da gelirlerdi, hepsiyle tanıştım. ‘Bu çocuk yapmaz’ diye düşünüyorum o yüzden. Bir gece rüyamda bunu ‘Anne sana saat getirdim’ diye annesinin koluna saat takarken gördüm. Bunun üzerine atladım Konya’ya gittim. Annesini çalıştığı okulda buldum. Kadın beni görünce sarmaş dolaş çok sıcak karşıladı tabii. Bir baktım, dükkandaki saatlerden biri kadının kolunda, rüyamdaki gibi. Müşteriler için küçük etiketler yapıştırırdım saatlere, kadın onu çıkarmamış. Oradan anladım.
Kadına soracağım ama korkuyorum da. En sonunda ‘Anne, kolundaki saati Kürşat mı getirdi’ dedim. Çocuğun adı Kürşat, hiç unutmuyorum. ‘Evet,’ dedi. Kadına durumu anlattım. ‘Buraya gelmemin sebebi Kürşat. Kolundaki saat de bir müşterimin.’ Kadın şok oldu tabii. Çok üzüldü. Biraz toparlanınca sağa sola telefon etti, aileyi eve topladı. Beni de götürdü ama ben hâlâ korkuyorum. En son Kürşat da geldi eve. Beni görünce renkten renge girdi ama bir yere de kaçamadı. Saatleri sakladığı çantayı bulmuş ailesi, ortada duruyor. Babası ‘Oğlum aç şu çantayı’ dedi. Kürşat açtı, içinde saatler. Yarısından çoğunu satmış. Babası ‘biz seni bunun için mi büyüttük, bunun için mi okuttuk’ dedi. Hiç ses yok.
O gece orada kaldım ama sabaha kadar gözümü kırpmadım. Sabah aile benimle konuştu, tüm zararımı karşıladılar ve yola çıktım. Çıktım ama saatlerin çoğu gitmiş, parasını alsam da müşterimle çok büyük sıkıntılar yaşadım. O olaydan sonra yanıma adam filan almadım, hep tek çalıştım.”
USTALIĞI SAYESİNDE DÜKKÂNI OLDU
Kemal Özcan’ın ilk kez dükkân sahibi olması ise ayrı bir hikâye: “Atabay ilaç fabrikasında çalışırken hafta sonları da saat tamiri yapıyorum. O zamanlar Şişli’de Yugoslav ya da Bulgar bir saatçi vardı, onun yanına gelir, izlerdim. Bir gün ‘Sen saatçi misin’ diye sordu. Evet deyince de ‘Al şu direği yap o zaman’ dedi. Ben de bir güzel tamir ettim saatin direğini, orijinali gibi oldu. ‘Ben saatçi değilim senin yanında. Al, bu dükkân senin’ dedi bana. Askere gidene kadar o dükkânı cumartesi-pazar işlettim. Çağlayan son durakta, caminin altındaki pasajda 9 numaralı dükkân. Askere giderken sattım o dükkânı. Pişman da oldum sonra, satmasaydım şimdi kim bilir neredeydim yani.”
“Ben çalışmayı çok severim, dalgayı sevmem, yalandan hoşlanmam. Bana iş olsun, 24 saat çalışırım,” diyor Kemal Özcan, “hem fabrikada çalıştım hem de Eminönü’nde seyyar tezgah açıp saat sattım. ’70’ler, ’75’leri anlatıyorum. Nacar saatlerin takvimlilerini 12 lira, takvimsizlerini 10 liradan alıyor, 100 lira, 110 liraya satıyordu büyük saatçiler. Ben de 40 liraya, 50 liraya satıyordum. O günden bugüne kadar böyle geldik.”
VE ZAMAN…
Zamanın içinde olan, saatleri zamanı doğru göstermesi için yıllar boyu usanmadan, severek tamir eden Kemal Özcan, “Çabuk geçti, çok hızlı gidiyoruz, fark etmiyoruz,” diyor zaman için…
Ortadaki duvar saati de Kemal Özcan’a dedesinden kalmış. Satılık değil…
“Zaman düşer ellerimden yere, oradan tahta boşa, saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya” diyor Ortaçgil, “Mevsimler, tarihler geçiyor önümden; seyirciyim, bir zaman dilencisiyim,” diyor Demirhan Baylan, “Zaman zaman, hım, o zaman” diyor Fikret Kızılok, “Geçip giden zamanları, bir yerlerde bulsam” diye iç geçiriyor Mirkelam ve “Gezdin tozdun aman aman aman, sazdın sözdün aman aman aman, giderek üzdün bizi zaman, sıraya dizdin bizi zaman” diye noktayı koyuyor Duman, “Bir ömürlük misafir olduğumuz” şu dünyada…


Kardeşini Yangından Kurtaran 4 Yaşındaki Çocuk

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1263988/4_yasindaki_kahraman_.html

4 yaşındaki kahraman!

KARS'ta, Bülbül Mahallesi'ndeki evlerinde bilinmeyen nedenle çıkan yangında Ceren Temel (4), 7 aylık kardeşi Asmin'i alevlerden kurtardı. Çok mutlu olduğunu belirten Ceren, "Eğer kardeşimi alıp, çıkarmasaydım yanacaktı" dedi.
Yayınlanma tarihi: 24 Şubat 2019 Pazar, 15:23
Bülbül Mahallesi'ndeki tek katlı evde oturan Sebahat (73) ve Mehmet (74) Temel çifti, 5 Şubat'ta, uyuyan torunları Ceren ve Asmin'i evde bırakarak, dışarı çıktı.
Çocuklar uykuya devam ederken, evde henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Alevlerin yükseldiği evde soba borularının düşmesi üzerine Ceren Temel uyandı. Alevleri gören Ceren, 7 aylık kardeşi Asmin'i uyandırarak, kucağına aldı ve kapıya doğru gitti. Kardeşini ve kendisini yangından kurtaran Ceren, kapıyı açarak, dışarı çıkmayı başardı. Evlerine dönen Temel çifti ise torunlarının alevlerden kurtulduğunu görüp, sevinç yaşarken, itfaiyeye haber verdi. İhbarla gelen itfaiye görevlilerinin müdahale ettiği yangın, söndürüldü; ancak ev, kullanılamaz hale geldi.
'ÇIKARMASAYDIM YANACAKTI'
Kardeşini yanmaktan kurtaran Ceren Temel, "Evde kardeşimle uyuyorduk. Ayağıma bir şey düştü ve ben uyandım. Alevleri görünce de hemen kardeşimin yanına gittim ve kucağıma alıp dışarı çıkardım. Eğer kardeşimi alıp, çıkarmasaydım yanacaktı. Şimdi çok mutluyum" dedi.
Temel çiftinin komşuları Fatma Oğultarhan ise yangın anında çocukların içeride olduğunu duyduklarında çok üzüldüklerini fakat Ceren'in, Asmin'i de alarak dışarı çıktığı öğrenince de rahat nefes aldıklarını söyledi.
VALİ ÖKSÜZ'DEN YARDIM İSTEDİ
Ev yangınında minik Ceren'in kahramanlığı, Kars Valisi Türker Öksüz'ün Bülbül Mahallesi'ndeki halk buluşması toplantısında ortaya çıktı. Vali Öksüz'ün düzenlediği toplantıya katılan Mehmet Temel, evinin yandığını belirterek, Öksüz'den destek istedi. "Gereken yapılacak, sen merak etme" diyen Vali Öksüz, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü ile Sosyal Yardımlaşma Vakfı ekiplerini inceleme yapmaları için eve gönderdi.

Annesi eğlenmeye gitti... 1 hafta evde kapalı kalan çocuk açlıktan öldü

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/1263497/Annesi_eglenmeye_gitti..._1_hafta_evde_kapali_kalan_cocuk_acliktan_oldu.html

Annesi eğlenmeye gitti... 1 hafta evde kapalı kalan çocuk açlıktan öldü

Rusya’da 21 yaşındaki anne, 3 yaşındaki çocuğunu eve kapatıp eğlenmeye gitti. Bir hafta boyunca evde kapalı kalan çocuk, doğum gününde açlıktan öldü.
Yayınlanma tarihi: 24 Şubat 2019 Pazar, 10:23
[Haber görseli]Rusya’nın Kirov şehrinde yaşanan olayda bir çocuk göz göre göre yaşamını yitirdi. 21 yaşındaki Maria Plenkina 5 yıl önce bir evlilik gerçekleştirdi. 3 yıl önce kız çocuk doğduktan sonra baba evi terk etti. Evde ise anneanne, anne ve 3 yaşındaki kız çocuğu birlikte yaşamaya başladı. Anneanne de geçtiğimiz yıl sıkıntılara dayanamayınca evi terk etti. Bunun üzerine anne ve kızı Kirov’da bir apartman dairesinde birlikte yaşamaya devam etti. Anne Maria Plenkina bir hafta önce arkadaşlarıyla buluşmak üzere 3 yaşındaki çocuğunu evde bırakıp çıktı.
[Haber görseli]1 hafta evde kilitli kalan çocuk açlıktan öldü
Çocuğunu merak bile etmeyen anne sürekli sosyal medya hesaplarından arkadaşlarıyla fotoğraflarını paylaştı. Trajik olay ise büyükannenin torununun doğum gününü kutlamak için eve gitmesiyle ortaya çıktı. Kapıyı sürekli çaldı ancak kimse kapıyı açmadı. Durumdan şüphelenen büyükanne polisi aradı.
Polisin olay yerine gelmesiyle büyükanne evde çocuğun cesediyle karşılaştı. Komşular ise evden ne çocuk sesi geldiğini ne de koku geldiğini söyledi. Mahkemeye çıkan anne cezaevine gönderildi.

22 Şubat 2019 Cuma

Gizem, Yaren ve Lütfiye: İstanbul'da büyüdüler ama 'vatansız'lar!

https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2019/02/20/gizem-yaren-ve-lutfiye-istanbulda-buyuduler-ama-vatansizlar/

Gizem, Yaren ve Lütfiye: İstanbul'da büyüdüler ama 'vatansız'lar!

Gizem... Yaren... Lütfiye... Yaşları 24, 21 ve 18 olan 3 kız kardeş İstanbul'da doğup büyüdü fakat hiç kimlikleri olmadı. İşte üç kız kardeşin yaşadıkları...

Hacı Bişkin  hbiskin@gazeteduvar.com.tr
DUVAR – Gizem 24, Yaren 21, Lütfiye ise 18 yaşında. 3 kardeş Türkiye’de doğup büyüdü fakat Türkiye Cumhuriyeti kimlikleri yok! Devlet kayıtlarında 3 kardeşin herhangi bir kaydının olmamasının nedeni ise annelerinin yıllar önce Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmesi. 3 kardeşin kimlik almak için başvurdukları bütün kapılar yüzlerine kapanmış. Kardeşlerin son çaresi ise mahkemeye başvurmak olmuş. Sonuçta kardeşlerden ikisine ‘Vatansız kimlik kartı’ verilmiş!
Üç kardeşin en büyüğü Gizem ise şu an dini nikahlı. Şimdiye kadar hiç oy kullanmadı, sigortasız yıllarca çalıştırıldı, kimliği olmadığı için gözaltında kaldı…
BULGARİSTAN’DAN İSTANBUL’A…
3 kardeşin annesi Gülcihan yıllar önce Bulgaristan’dan Türkiye’ye geldi. Türkiye’de dört çocuğu dünyaya geldi. Oğlu vereme yakalanıp tedavi edilemeyince hayatını kaybetti. Geriye kalan 3 çocuk ise babalarının kim olduğunu bilmiyordu. Annelerinden duyduklarına göre kendilerini çocukken terk etmişti. Anne Gülcihan daha sonra Türkiye vatandaşlığını ve ‘Çırakoğlu’ soyadını aldı. Fakat çocukların babasının kim olduğu bilinmediği için çocuklarını üzerine alamadı. Çocuklardan en büyüğü Gizem 14 yaşındayken artık kimlik sahibi olmak istedi ve sorunun çözülmesi için mahkemeye başvurdu…
MAHKEME SÜRECİ…
Gizem, annesi Gülcihan’ı ikna edip mahkemeye başvurunca adli yardımdan kendilerine avukat atandı. Avukatları Zehra Şahin yardımcı olabilmek için her yöntemi denedi. Dava açtı, nüfus müdürlüğüne gitti, aileye hukuki yardımda bulundu. Fakat zamanla anne Gülcihan da hastalandı ve bu işlerle ilgilenemeyecek duruma geldi. Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ‘Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi’ istemiyle dava açıldı. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu’ndan annelik tespiti için DNA istedi. DNA sonucunda Gülcihan Çırakoğlu’nun; Gizem, Yaren ve Lütfiye’nin biyolojik annesi olduğu tespit edildi. Mahkeme kararına göre 3 çocuk artık kimlik sahibi olabileceklerdi. Ama işler yine bekledikleri gibi gitmedi.
VATANSIZ KİMLİK KARTI
Mahkeme kararından sonra nüfus müdürlüğü ve emniyet müdürlüğüne giden Gizem ve Yaren’e ‘Vatansız kimlik kartı’ verildi. Lütfiye ise o dönem reşit olmadığı için yine kimliksiz kaldı. Fakat bu kimlik de sorunları çözmeye yetmedi.
Gizem bundan sonra yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “DNA testi sonucundan sonra nüfus müdürlüğüne gittik. Burada görevli bir kadın, ‘önce Bulgaristan vatandaşı olun sonra Türkiye vatandaşı…’ dedi. Bu durum karşısında ne yapacağımızı bilemedik. Görevli kadına dönerek ‘nasıl Bulgaristan’a gidelim ki, hayatımız boyunca gitmedik’ dedim. Aldığım cevap şu oldu: ‘Beni ilgilendirmez. Git sınır kapısında yat. İçeri attır kendini. Cezanı öde…’ Daha sonra Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne gittik. Bir suça karışıp karışmadığımızı tespit etmek için parmak izi aldılar. Bir süre sonra tekrar çağırdılar. ‘Kimlikler verilecek’ dediler. Çok mutlu olduk, hiçbir şey beni bu kadar mutlu etmemişti. Bana ve Yaren’e vatansız kimlik kartı verdiler. Lütfiye’ye ise kimlik vermediler. Sonradan öğrendik ki reşit olmadığı için vermemişler.”
3 kardeş İstanbul’da doğup büyüdü…
‘SİGORTALI ÇALIŞMAK NEDİR BİLMİYORUM’
Gizem, kendisine ‘Vatansız kimlik kartı’ verenlere şu soruyu sordu: “Bu kimlikle ne yapabilirim?” Aldığı yanıtı ise Gizem şöyle anlatıyor: “Evlenebilirsin, kredi kartı alabilirsin her şeyi yapabilirsin dediler. Annemin üzerine kaydımızın yapılmasını istedik. Ama hiç kimse dinlemedi bizi. Bu kimlikle bankaya gittim kredi kartı vermediler. 4 yıldır imam nikahlı olarak evliyim. Resmi nikah kıymak istedik, ‘olmaz’ dediler. Şu an çocuk yapmak istiyorum ama yapamıyorum. Çünkü hamile kalsam sağlık haklarından yararlanamayacağım. Yıllardır orada, burada sigortasız olarak çalıştım. Garsonluk, bulaşıkçı… Her işi yaptım. En az 10 yıldır çalışıyorum ama sigortalı çalışmak nedir bilmiyorum. Okul yüzü göremedim çünkü kimliğim yoktu. Okuma yazmayı çevremdeki çocuklardan öğrendim. Şu an bir ilkokulda eğitim görüyorum. Hiçbir kardeşim okula gidemedi. Okula gidip kayıt yapmak istedim. Kaydım yapılmadı çünkü Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaram yoktu. Eğer okusaydım savcı olmak isterdim. Bu hukuksuzluk karşısında mücadele ederdim.”
‘BU KİM? SORUMLULUK ALAMAYIZ!’
Hastaneye yolu bir kez düşmüş Gizem’in. Yıllar önce çalışırken baygınlık geçiren Gizem hastanede yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Unutmadığım çok acı bir anım var. 2012 yılıydı… Bir gün bayıldım. Beni hastaneye götürdüler ama işlemlerim gerçekleşmediği için hastaneye almadılar. Neden? Çünkü kimliğim yoktu. Müdürlerim hastaneye götürmüştü beni. Müdürlerime, ‘Bu kim, sorumluluk alamayız’ dediklerini hatırlıyorum. Hiçbir işlem yapmadan beni geri gönderdiler hastaneden.”
24 YIL NASIL KİMLİKSİZ YAŞADILAR?
Gizem, ’24 yıl nasıl kimliksiz yaşadınız?’ sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “Bir gün iş çıkışında birine bıçaklı saldırıda bulunulduğunu gördüm. Polisler orada bulunan herkesi topladılar. Beni de aldılar. Emniyete alınan herkesten kimlik istediler. Herkes kimliğini verdi ve dışarıya çıktı. Kimlik veremediğim için tek başıma sabaha kadar nezarethanede kaldım. Nezarethaneden çıktığım gibi de işe gittim. Bir keresinde kız kardeşim Lütfiye’yi kimliği olmadığı için gözaltına aldılar. Biz de emniyete gittik. Ailesi olduğumuza inanmadılar. Şaka gibiydi… Yapacak bir şey olmadığı için bıraktılar. Yine bir gün evdeyken eşime kargo geldi. Kargoyu almak istedim. Postacı benden kimlik istedi. Kendisine ne diyeceğimi bilemedim. ‘Kimliğim yok’ deyince kapıyı kapattım saatlerce ağladım.”
‘KİMSESİZLER MEZARLIĞINA GÖMMEK İSTEDİLER’
Gizem, ölen ağabeyini de unutmuyor: “O da kimliksizlikten öldü. Verem hastasıydı, grip sandık. Hastaneye gidemedik. En son bir şekilde hastaneye götürdük. Artık çok geçti. 15 gün sonra hastanede hayatını kaybetti. Kimsesizler mezarlığına gömmek istediler. Ama annem izin vermedi. Ben vatansız değilim. Bana vatansız kimliği verdiler. Neden annemin üzerine kaydımızı yapmıyorlar? Bunun tek sorumlusu babammış! ‘Babam’ diye bir insan yok ki. Anneme sordum. Ama öyle bir insanın varlığından bile haberimiz yok. Annemin dediğine göre biz çok küçükken bırakıp gitmiş. Ben buralıyım. Buralı olduğumu daha nasıl kanıtlayayım. Burada doğdum, burada büyüdüm, Avcılar’da yaşadım hep. Vatansız değilim. Devlete göre aslında yokum ben. Ama buradayım. Yaşıyorum. Artık ben de yaşamak istiyorum. Evet anneme de kızgınım ama anne sonuçta…”

'Ünlü' olmak için müşteriye çöpten yediriyorlar!

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/02/20/unlu-olmak-icin-musteriye-copten-yediriyorlar/

'Ünlü' olmak için müşteriye çöpten yediriyorlar!

Japonya'da hizmet sektöründe çalışanlar ünlü olmak için kötü şaka akımına devam ediyor. Çalışanlar, yerde sürükledikleri butları müşterilere yediriyor.

DUVAR – Japonya, yiyecek sektöründe çalışanların sosyal medyada ünlü olmak için yaptıkları ve çığ gibi büyüyen kötü şaka akımının sonuçlarını hazmetmeye çalışıyor. Bunun en son örneği, Ootaya adlı bir restoran zincirinde yaşandı. Uzaylı maskesi takıp yüzünü saklayan bir çalışanın belden aşağı çıplak halde sadece genital bölgesini örten bir tepsiyle poz verdiği ve sonra da tepsiyi çekip kendini teşhir ettiği video önce Twitter’a sonra da ülke gündemine düştü.
Japoncada restoran ve 24 saat açık süpermarketlerde yarı zamanlı çalışanlara, Almanca kökenli “arbeit” kelimesinden türeme “baito” deniyor. “Baito”ların son günlerde estirdiği bu dalgaya “baito tero” ya da “yarı zamanlı terörizm” adı veriliyor.
Sosyal medyadaki bu akımın ilk olarak, aralık ayında Big Echo adlı karaoke barda çalışan birinin yüklediği videoyla başladığı tahmin ediliyor.
Videoda çalışan, buzluktan çıkardığı tavuk butlarını mutfakta yerlere sürüyor. Daha sonra butları kızgın yağa atıp kızartıyor ve hiçbir şeyden haberi olmayan müşterilere sunuyor. Halkın sağlığıyla oynayan bu tip şakalarda dozun gittikçe arttığı gözleniyor.
Örneğin bir videoda 24 saat açık süpermarket zinciri 7-Eleven’ın Yokohama’daki şubesinin iki elemanı, dükkânda sıcak servis edilen ve kışın yenen bir çeşit sulu yemek olan oden tenceresinin başında duruyorlar. Çalışanlardan kadın olanı erkeğe yemekten yediriyor, erkek ise ağzındaki yemeği tencereye geri tükürüyor.
ŞİRKET MİLYARLARCA DOLAR KAYBETTİ
Kura Sushi adlı suşi restoran zincirinde çekilen videoda ise temizlediği balığı çöpe atan bir mutfak görevlisinin daha sonra balığı alıp suşi yaptığı görülüyor. Ancak bu son şakada işler hiç de hoş olmayan bir şekilde sonuçlandı.
Videonun viral olmasıyla beraber Kura Sushi hisseleri düştü, şirket 24 milyon dolar kaybetti. Bunun üzerine şirket yönetimi herkesten özür dilemekle kalmadı, videoda görüntülenen çalışanlarla ilgili yasal işlem başlatıldığını açıkladı.
Hayli popüler olan suşicinin müşterileri de alınan bu karardan memnunlar. Sosyal medyada çoğunluk, çalışanların, yaptıkları bu hatanın bedelini ödemeleri gerektiğini düşünüyor.
Diğerleri ise Kura’nın sadece balık, bıçak-çatal ve dezenfeksiyon masraflarını çıkarabileceğini düşünüyor. Bir kısım komplo teorisyeni ise rakip şirkete “aptal” görünümlü bir elemanını sokan diğer şirketin, bu videolar sayesinde müşteriler nezdinde rakibini küçük düşürmeyi ve imajına zarar vermeyi planlamış olabileceğine inanıyor.
Düşük ücretlerle çalışılan yarı zamanlı “baitoluk” Japonya’da gerçek bir iş olarak kabul edilmediğinden prestiji de diğer işlere göre bir hayli düşük. Buna karşın ülkede hayatı ciddiye almayan, rahatına düşkün bir kısım gençlik tarafından tam zamanlı işe tercih ediliyor.
Bu tür videoların başlangıcı aslında 2013 yılında sosyal medyada dolaşmaya başlayan “meydan okumalara” dayanıyor. Ancak o zamanki görüntüler çalışanların dondurucunun içine girdikleri veya yüksek yerlere tırmandıkları gibi nispeten masum fotoğraflarla sınırlıydı.
Şimdi ise TikTok gibi kısa video uygulamalarının popülerlik kazanmasıyla beraber fotoğraftan videoya geçiş yapıldığı görülüyor.
Bu şekilde şakalar yapıp Twitter’a yükleyenlere Japonların verdiği isim ise “bakatta.” Kelime, Japonca “aptal” demek olan “baka” ve “Twitter”ın Japonca okunuşunun birleştirilmesinden oluşuyor. (BBC Türkçe)

'Beğeni' almak için bıçaklıyorlar!

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/02/18/begeni-almak-icin-bicakliyorlar/

'Beğeni' almak için bıçaklıyorlar!

İngiltere'nin Londra şehrinde bıçaklı çeteler saldırılarının kaydını alıp, görüntüleri sosyal medya üzerinden paylaşıyorlar. Çetelerin, saldırılar doğrultusunda artan, kendine has bir puanlama sistemi de bulunuyor.
DUVAR – İngiltere’nin başkenti Londra’da bıçaklı saldırılar son zamanlarda artış gösterdi.
Şehrin belirli bölgelerinde yoğunlaşan saldırılar, polis kayıtlarına göre, 1946 senesinden bu yana en yüksek seviyeye gelmiş durumda. Ülkede, 2018 yılında 285 kişi bıçaklanarak öldürüldü. Olayların bu denli yükselmesinde sosyal medyanın büyük rolünün olduğu düşünülüyor. Gençler, çeteler halinde gerçekleştirdikleri saldırılarının video kayıtlarını Facebook, Snapchat, Instagram ve YouTube’da yayınlıyor. Takipçilerinden gelen destekler mahiyetteki tepkiler ve özellikle ‘beğeniler’ de bunları daha da fazla şiddete teşvik ediyor. Çoğunlukla yüzleri maskeli olan gençler, işledikleri şiddetin boyutuyla övünüyor.
BBC’nin radyo kanalında çalışan Kirsty Lang, olaylara dair kapsamlı bir araştırma yaptı. “Henüz ergenlik çağında olan çocuklarımız, birbirlerini ‘beğeni’ almak için öldüresiye bıçaklıyorlar” dedi. ‘Videolara erişimin kolaylığına’ dikkat çeken Lang, ‘ülkedeki bıçaklı saldırı oranının, geçen yıla göre yüzde 16 artmış olduğunu’ belirtti.
SALDIRILARIN GÖRÜNTÜLERİ SOSYAL MEDYADA YAYINLANIYOR
Çeteler kendilerine has bir dil de geliştirmiş. Mesela silahlara ‘zoka,’ bıçaklara ‘sap’ ya da ‘rambo’ deniliyor. Bıçaklamalar da ‘sondaj’ olarak adlandırılıyor. Gençler, saldırılardan sonra görüntüleri bu argo kelimelerle etiketleyerek sosyal medyada geniş kitlelere ulaştırıyor. Çeteler kendilerine has bir puanlama sistemi de var. Eski bir çete üyesi olan Chris Preddie “Mesela birini bıçaklayan belli bir puan alır. Daha büyük suçlarda daha yüksek puan alınır. Puan topladıkça çeteler arasında nam sahibi olursunuz. Çeteler daha yüksek skor elde etmek için yarışıyor” diye konuştu.
İçişleri Bakanı, Sajid Javid ise ‘İnternet kontrolünün gelişmesi için ve bu tarz şiddet içerikli kayıtların yayılmaması amacıyla yeni yasalar düzenlenmesini’ ülkede gündeme getirdi. (HABER MERKEZİ)

5 yıl sonra komadan uyandı ama 1980'de yaşıyor

 https://www.gazeteduvar.com.tr/5-yil-sonra-komadan-uyandi-ama-1980de-yasiyor-galeri-1730230?p=7 5 yıl sonra komadan uyandı ama 1980'de ...