İzleyiciler

4 Ocak 2024 Perşembe

Yapay zeka ürünü fotoğrafına verilen ödülü reddetti: Durdurulamayacak büyük bir teknolojik devrim

 https://www.gazeteduvar.com.tr/yapay-zeka-urunu-fotografina-verilen-odulu-reddetti-durdurulamayacak-buyuk-bir-teknolojik-devrim-haber-1658686

Yapay zeka ürünü fotoğrafına verilen ödülü reddetti: Durdurulamayacak büyük bir teknolojik devrim

Yapay zeka kullanarak hazırladığı fotoğrafla kazandığı ödülü reddeden sanatçı Eldagsen, yapay zekanın fotoğraf dünyasındaki yerine ilişkin tartışmaların çok boyutlu yürütülmesi gerektiğini belirtti.

Yapay zeka ürünü fotoğrafına verilen ödülü reddetti: Durdurulamayacak büyük bir teknolojik devrim
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Alman fotoğraf sanatçısı Boris Eldagsen, yapay zeka kullanarak hazırladığı fotoğrafla katıldığı Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri 2023'te "Yaratıcılık" kategorisinde birincilik kazandı. Ödülü reddeden Eldagsen, yapay zekanın fotoğraf dünyasındaki yerine ilişkin tartışmalara neden ihtiyaç duyulduğunu, bu alanın geleceğine ilişkin görüşlerini ve birincilik ödülünü neden reddettiğini anlattı. 

Anadolu Ajansı'nın aktardığı habere göre, yapay zekayla ilgili tartışmaların derinlik kazanması gerektiğini söyleyen Eldagsen, "Yapay zeka konusuna farklı perspektiflerden bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Sık sık yapay zeka hakkındaki tartışmaların daha çok tek boyutlu olduğunu fark ediyorum" dedi.

'TAMAMEN HAYAL GÜCÜMLE İMGELER YARATABİLİYORUM'

Eldagsen, yapay zekanın bir sanatçı olarak kendisine büyük bir özgürlük alanı açtığını belirterek, "Birdenbire tamamen hayal gücümle imgeler yaratabiliyorum. Teknik imkanlar dahilinde fotoğraf ya da hareketli görüntü gibi görünen bir şey üretmek hiç mümkün olmamıştı. Bir ressam ya da çizer olarak bunu daha önce yapabiliyordum. Ama çok fazla yeni araç var" ifadelerini kullandı. 

Yapay zekanın taşıdığı dezenformasyon potansiyeline ilişkin endişeli olduğunu söyleyen Eldagsen, "Benim mesajım insanları bu konuyu sorgulamaya, daha fazla araştırmaya ve her konuda olduğu gibi bu konuda da pek çok olumlu ve pek çok olumsuz yan olduğunu görmeye teşvik etmek. Bu, insanların icat ettiği her araç için geçerlidir. Bu da olumlu yönleri kullanmak, olumsuz yönleri göz önünde bulundurmak ve sınırlar dahilinde kalması için gelişimi nasıl şekillendirebileceğinizi düşünmekle ilgilidir" diye konuştu.

Yapay zeka konusunda eğitimler veren Alman fotoğrafçı, yapay zekanın öğrenciler için yeni motivasyon sağlayabileceğini gördüğünün ancak yaratıcılık konusunun karmaşıklığının da farkında olduğunun altını çizdi. Tartışmaların genellikle tek boyutlu olduğuna dikkati çeken Eldagsen, "Tartışmada hepimizin ortaya attığı terimlerin bir tanımı yok. Yaratıcılık nedir, zeka nedir, bilinç nedir? Ancak bunun arkasında hangi yaratıcılık biçiminin, hangi kavramın olduğu genellikle irdelenmiyor" dedi.

'YARIŞMAYA KATILMAM BİR TESTTİ'

Sony Dünya Fotoğrafçılık Ödülleri yarışmasına katılma fikrini de anlatan Eldagsen, bunu yapay zeka ile fotoğraf arasındaki farkın test edilmesini istediği için yaptığını söyledi.

Eldagsen müracaatıyla yapay zekanın fotoğraf alanında tartışılmasını amaçladığını belirterek, "Bu bir testti. Fotoğraf yarışmalarının katılım koşullarını değiştirip değiştirmediğine bakıyordum. Kimse koşulları değiştirmemişti. Sonra kendi kendime düşündüm, bir test yapacağım ve ne kadar ilerleyebileceğimi göreceğim ve resimlerimden birinin finalistler arasında yer alacağını, hatta ödül kazanan olarak seçileceğini beklemiyordum. Gönderirken başka bir bilgi vermedim, aksi takdirde bu bir test olmazdı. Bu tek resim, The Electrician, üç kez finalistler arasına girdi ve bir kez seçildi" diye konuştu.

Yarışmaya gönderdiği esere fotoğraf demediğini resim ya da pantograf demeyi tercih ettiğini kaydeden Eldagsen, sözlerine şöyle devam etti:

"Daha sonra seçildiğimde, onlara haber verdim ya beni diskalifiye etmelerini ya da devam etmek istiyorlarsa, bunun fotoğrafçılık için ne anlama geldiği ve fotoğraf gibi görünen üretilmiş görüntüler ile gerçek fotoğraf arasındaki bu ilişkinin gelecekte nasıl düzenlenebileceği hakkında bir söylem başlatmalarını önerdim. Bu yüzden organizatöre beni diskalifiye etmesini ya da bu konuda açık bir tartışma yürütmesini teklif ettim. Ödül kazananlar için yapılan basın açıklamasında, gazetecilerden yapay zeka konusunda gelen doğrudan sorulara cevap verilmedi. Bunu havada bıraktılar, yapay zeka tarafından üretilip üretilmediği sorusuna cevap vermek istemediler. Bu ödülü oluşturulmuş bir resimle kabul etmek istemedim."

'FOTOĞRAFÇILIĞIN BİRÇOK ALANI YAPAY ZEKAYLA DEĞİŞTİRİLEBİLECEK'

Eldagsen, konunun uluslararası basında gündem olmasının ardından fotoğrafçılıkta yapay zeka üzerine yapılan tartışmaları takip ettiğini söyledi. Yapay zekanın kendisi için bir araç olduğunu vurgulayan Eldagsen, "Her şey olabilir. Fotoğraf için de aynı şey geçerli, çizim için de aynı şey geçerli" dedi.

Eldagsen, 2020'den bu yana fotoğrafçılığın geleceğinin artık mecranın kendisi tarafından değil yapay zeka tarafından tanımlandığına dikkati çekerek fotoğrafçılığın birçok alanının yapay zeka ile değiştirilebileceği ve gelecekte yalnızca yapay zeka ile değiştirilemeyen katı bir alanın kalacağı uyarısında bulundu.

'FOTO MUHABİRLİĞİNİN YERİNİN DOLDURABİLECEĞİNE İNANMIYORUM'

Yapay zekanın fotoğrafçılığın geleceğine olan etkisine de değinen Eldagsen, foto muhabirliğinin yapay zekaya ihtiyacı bulunmadığını ancak düşük ücretlerin yanı sıra sosyal medyanın foto muhabirliği üzerinde baskı unsuru oluşturduğunu belirtti.

Herkesin çok kolay bir şekilde gerçekmiş gibi görünen görüntüler üretebileceğine ve bunları sosyal medya aracılığıyla dağıtabileceğine dikkati çeken Eldagsen, sözlerine şöyle devam etti:

"Bu da sosyal medyada üretilen sahte görüntülerin toplamının önünde sonunda gerçek foto muhabirliği görüntülerinin toplamından çok çok daha fazla olacağı anlamına geliyor. Her bir birey bir görüntünün üretilmiş mi yoksa gerçek bir fotoğraf mı olduğunu nasıl ayırt edebilir? Benim cevabım; bunu yapamayacağınız yönünde. Bu da fotoğraf gibi görünen görüntülere karşı tutumumuzu değiştirmemiz gerektiği anlamına geliyor, geçmişte çoğumuz hala bunun fotoğraf olduğuna, belli bir yerde gerçekten yaşanmış bir şeyi gösterdiğine inanıyorduk. Şahsen ben tavrımı değiştirdim. Fotoğraf gibi görünen bir şeyin üretilmiş olduğunu varsayıyorum. Yanıldığım kanıtlanmadığı sürece. Ne yazık ki hepimiz bu tür görsel malzemelere karşı bu tutumu yavaş yavaş benimsemek zorunda kalacağız."

Eldagsen, yapay zekanın foto muhabirliğinin yerini doldurup doldurmayacağı konusuna ilişkin ise "Bu konudaki cevabım hem evet hem hayır. Ancak foto muhabirliğinin yerinin doldurulabileceğine inanmıyorum. Sektörün saldırı altında olduğunu söyleyebilirim ama aynı zamanda demokrasilerde nasıl destekleneceğini de düşünmek gerekiyor. Evet, foto muhabirleri, basın yalnız bırakılmamalı ancak her teknik devrimde olduğu gibi, bazı mesleklere artık ihtiyaç duyulmuyor ve ortadan kalkıyor. Yeni meslekler ortaya çıkacak ve bazı iş profilleri değişecek" diye konuştu.

Fotoğrafçılıkla uğraşanlara da yapay zeka ile ilgilenme çağrısında bulunan Eldagsen, "Bu doğrudan bir rekabet. Çoğu fotoğrafçı zaten sahip oldukları bilginin, masaya getirdiklerinin görüntü üretmek için kullanılabileceğinin farkında değil" ifadesini kullandı.

'DURDURULAMAYACAK BÜYÜK BİR TEKNOLOJİK DEVRİM'

Eldagsen, yapay zeka kullanımı ile ilgili kurallar getirilmesi hususunda da "Bence artık politikacıların anlayabileceğinden çok çok daha hızlı olan bu teknik gelişmeyi şekillendirmeye yardımcı olmak toplumun görevi. Bunu yönlendirmeye yardımcı olacak fırsatların nerede olduğunu görmek sadece politikacılara değil, aynı zamanda ilgilenen gruplara ve vatandaşlara da bağlı. Bu durdurulamayacak ve tersine çevrilemeyecek büyük bir teknolojik devrim. Ancak bunu şekillendirmeye yardımcı olabileceğimize inanıyorum." ifadelerini kullandı.

Teknolojinin gelişme hızının arttığını belirten Eldagsen, ürün yelpazesinin büyümeye devam ettiğini ve her şeyi takip etmenin giderek zorlaştığını söyledi. Eldagsen, "Yapay zeka şimdi patladı ve daha da hızlı ilerliyor ve bu şekilde kalacak. Toplum ve bireyler olarak ve mesleki açıdan bununla profesyonel bir şekilde başa çıkmak zorundayız" değerlendirmesinde bulundu. (KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)

Heykeli dikilecek dava: Savcının büstünü yaptı yine de ikna edemedi

 https://www.gazeteduvar.com.tr/heykeli-dikilecek-dava-savcinin-bustunu-yapti-yine-de-ikna-edemedi-haber-1658252



Heykeli dikilecek dava: Savcının büstünü yaptı yine de ikna edemedi

Muzaffer Doğan’a kendi yaptığı heykeller için 'Bizans dönemine ait' denilerek tarihi eser davası açıldı. Haklılığını kanıtlamak için savcının büstünü yapan Doğan’ın heykelleri adli emanette kayboldu.

Heykeli dikilecek dava: Savcının büstünü yaptı yine de ikna edemedi
Google Haberlere Abone ol

ANTALYA – Bundan 29 yıl önce açılan bir heykel davası, Türkiye’de adalet sisteminin trajikomik bir hikayesi gibi… Heykel restoratörü Muzaffer Doğan’ın kendisi için yonttuğu taş heykel, tarihi eser sanılınca açılan dava halen sürüyor. Doğan’ın boş vaktinde yonttuğu heykele, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, “Bizans dönemine ait özellikler taşımaktadır” diye görüş belirtirken, İstanbul Arkeoloji Müzesi bilirkişi heyeti ise ‘yeni yapım eser’ olduğu yönünde rapor hazırladı. Bu ikinci rapor sonrası beraat eden Doğan, bu sefer el konulan eserlerini geri almak için dava açtı. En son Adalet Bakanlığı’na dava açan Muzaffer Doğan’ın birkaç eseri geri verildi. Adalet Bakanlığı suçsuz bulununca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurması önerilen Doğan, “Hakkımı aramaktan yoruldum” diyerek hem heykel yapmayı hem de adalet mücadelesini bıraktı.

KENDİ YAPTIĞI HEYKELE EL KONULDU

Çeşitli arkeolojik kazı ve onarım projelerinde 30 yıl emek veren, çıraklıktan yetişme bir restoratör olan Muzaffer Doğan’ın evi 1994 yılında ihbar üzerine basıldı. Mermerden yaptığı, yöresel motifleri canlandırdığı heykellere ‘tarihi eser’ oldukları iddiasıyla el konularak hakkında dava açıldı. Uzun yıllar süren davadan beraat eden Muzaffer Doğan, “Heykelleri onarırken ‘eskitme’ de denilen bir işlem yaptığım için, fark edilemeyecek kadar gerçeğe yakın işler çıkarıyordum. Gerçek tarihi eser sanıp beni defalarca karakola aldılar. Bu heykelin yanında, yine kendi yaptığım iki-üç çalışma daha vardı. Onları da buldular. Üç gün nezarette bekledim” diye konuştu.

Heykel restoratörü MuzafferDoğan'ın tarihi eser sanılan heykelleri

DTCF’DEN ‘HEYKEL GERÇEK’ RAPORU

Karakoldaki ifadesinde eserleri kendisinin yaptığını söyleyen Muzaffer Doğan’ın bu beyanı üzerine Antalya Müze Müdürlüğü’nden bilirkişi raporu istendi. Raporda uzmanlar eserlerin imitasyon olduğunu söylemesine rağmen yargılama süreci başladı. Doğan, bundan sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Antalya Müzesi’nin verdiği rapora mahkeme tam bir kanaat getirmemiş olacak ki hem 1994’teki hem de sonraki eserler Ankara’daki Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne (DTCF) gönderilmiş. Oradan gelen raporda, ‘Bizans dönemine ait yöresel özellikler taşımaktadır. Korunması gereken kültür varlıkları kapsamındadır’ diye yazıyordu. O günlerde bir iş vesilesiyle savcılığa gitmiştim. Savcı bey beni görünce, ‘Heykelleri kendim yaptım diyorsun ama heykeller gerçek çıktı’ dedi. Duyduğuma inanamadım.”

STALİN BIYIKLI SAVCININ HEYKELİ

Soruşturma sürecinde dönemin Finike savcısıyla ilginç diyaloglar yaşayan Doğan, “Eserleri kendi elimle yaptığımı kanıtlamak için savcı beye, ‘Bir resminizi verin, sizin de bir büstünüzü yapayım’ dedim. Mahkemeye tam 35 gün vardı. Bizim savcı Stalin bıyıklıydı. Onun küçük bir büstünü yaptım. Bıyığını yüzüne orantılı olarak yerleştirinceye kadar da epey bir zorluk çektim ama mahkemeye de yetiştirdim. Savcı büstü çok beğendi, hatta eşinin büstünü yapmamı da istedi. ‘Eşinizin saçları çok kabarık. Sizin büstünüzü yaparken bile çok zorlandım, onunkini yapamam’ deyip öyle kurtuldum heykel yapmaktan” diye konuştu.

MÜZEDEN GELEN RAPOR KURTARDI

Doğan şunları söyledi: “Türkiye’de yargı süreci hemen hop deyince bitmiyor. Yıllar aldı tabi. Eserler bulunduktan sonra 1995 yılına uzayan yargılama sürecinde biz uzun uzadıya derdimizi anlattık. Savcı, büstünü yapınca ikna oldu herhalde ama dediler ki, ‘Bunları bu kez İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderelim’. Oradan 1996 yılında gelen sonuçtan sonra haklı olduğum anlaşıldı. Benim eserleri iade edeceklerdi. Bu arada bana o zamanın parasıyla ciddi bir yargılama masrafı da çıkardılar. ‘Eserlerin geri verilmesine’ diye yazan karar bana tebliğ edildi. Ama savcı ‘Bu eserlerden birini ben alıyorum’ dedi. Tahakkuk eden cezayı kaldırdı. O ceza bana gelmedi. Ama nasıl olduysa kalan eserlerimin de hepsi bana dönmedi. Dört eserin ikisini geri alabildim.”

‘GÖNDERİLEN HEYKELLER DÖNMEDİ’

Restoratör Doğan’ın, yılan hikayesine dönen dava sürecinde yaşadıkları bu kadarla sınırlı değil. Tarihi eser sanılan heykellerle başı sonra da dertten kurtulmamış, davalar devam etmiş. Doğan, sonraki yılları şöyle anlattı: “Sonra o savcı gitti yeni savcı geldi. Evim sit alanı sınırında olunca sonraki yıllarda da bir, iki defa daha geldiler evime aramaya. 2002’de yine benim eserleri tarih eser sandılar. Ben yine kendimi anlatmaya çalıştım, ‘Kendim yaptım, bunların sizde mahkeme kayıtları var’ dedim. Yine araştırıp etmeden, geriye dönüp kayıtları incelemeden beni tutup yakamdan karakola götürdüler. Yine yaptığım heykelleri aldılar. O zamanlar Kültür Bakanı İstemihan Talay’dı. Onun bir genelgesi vardı. Bilirkişiye gönderilen bu tür kıymetli eserlerin gidiş gelişleri hasarlara sebebiyet verdiğinden, kurumların en yakın ilgili birimlerden bilirkişi talep etmeleri ya da eseri görmeye uzmanın gelmesi isteniyordu. Ama bu genelgeye rağmen benim eserleri postayla göndermişler, sonra da bilirkişiden dönüşte kaybetmişler. Yine lehime karar verildi, eserleri almak için savcılığa gittim. ‘Biz de onları bulmaya uğraşıyoruz. Nerde olduğunu bilmiyoruz. Sen bir iki hafta daha bekle, bulacağız’ dediler. Aradan 15–20 gün geçti, tekrar gittim. Antalya Müzesi’ne gönderilen eserler jandarmadaki adli emanette kaybolmuş.”

ESERLER ADLİ EMANETTE KAYBOLMUŞ

Kaybolan heykellerinin bulunması için yazılı olarak müracaatta bulunduğunu söyleyen Doğan, “Dedik ki eserler yok ortada. Ama bu ülkede hakkını arayanın vay haline. Jandarma bölgesi olduğundan jandarma beni çağırdı. ‘Sen ne yapacaksın bunları, zaten kendin yapıyormuşsun, yap işte yeniden’ dediler. ‘Aynısı bir daha yapılır mı? Sizin göreviniz, aldığınız emanetleri iade etmekse iade edin. Benim başıma gelen başka vatandaşın başına gelmesin diye uğraşıyorum’ dedim. Finike Jandarma Komutanlığı’na adli emanette eserimi kaybettiler diye dava açtım. Sonra beni çağırdılar. Biri mermer, ikisi imitasyon olan üç eserimin ikisini iade ettiler. Buldular bir yerden, nereden geldiyse diğeri yok. Ben onun da bulunması için ısrarcı oldum. Bu kez para teklif ettiler, 2003’te ‘600 lira para verelim, bu davadan vazgeç. Kaleiçi’nde satıyorlar benzerlerini’ dediler. Hayır, dedim vazgeçmedim. Benim eve baskın yapıyorlardı birkaç yılda bir. En son 2004’te aldılar beni. Ondan sonra da ben bu işleri yapmaz oldum. Bıktım, usandım, yaptığım eserlerin bazılarını verdim sağa sola. Elimde iki üç tane kaldı.”

ADALET BAKANLIĞI’NA DAVA AÇTI

Jandarmadaki adli emanetten sorumlu kişiye dava açtığını anlatan Muzaffer Doğan, sonra yaşadıklarını şöyle özetledi: “Açtığım davada eserimi kaybedenler beraat etti. Ben yeniden dilekçe yazdım adliyeye. Mahkemede mağduriyetimin giderilmesini, kaybolan eserimin geri iadesini istedim. O kişi de beraat etti. Sonra konu Yargıtay’a gitti. Yargıtay beraat kararını bozdu. Ama davalardan bir türlü sonuç çıkmadı. Bu kararı uygulaması gereken Adalet Bakanlığı’na dava açtım. O zaman da Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’tü. 10 bin liralık tazminat davası açtık. Antalya Müzesi’nden esere değer biçmesi istendi. Ortada bir tarihi eser yoktu ama arkeolog tarafından incelenmesine karar verildi. O iş de yılan hikayesine döndü. Sonuç olarak Adalet Bakanlığı da beraat etti. Adalet Bakanlığı’nın bu konuyla hiçbir şeyi suç unsuru olmadığı yazıyordu kararda. Kabul etmediler ihmali. Yani körler sağırlar birbirini ağırlar gibi oldu. Oraya başvur, buraya başvur derken yıl 2010 oldu. Yargıtay’a gönderdik, karar yine aynı şekilde onandı. Bir avukat arkadaşım 2011’de dedi ki bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderelim dedi. Ama yıllar süren cevapsızlıktan yoruldum.”

‘SÜREKLİ KAÇAKÇI MUAMELESİ GÖRDÜM’

Antalya’daki kazılarda müze yetkilileri ve arkeologlarla birlikte çalıştığı halde kendi yaptığı heykellerin tarihi eser olmadığını kanun önünde kanıtlamak için trajik bir mücadele verdiğinden bahseden Doğan, sözlerine şöyle devam etti: “2011’de Antalya’da dönemin müze müdürü, bir sergide bulunan imparator heykelinin replikasını yapmamı rica etti. Onu bir sergiye hazırladım. Antalya Müzesi’nden, ‘Muzaffer, şu esere bir bakar mısın? Bu sahte midir, değil midir’ diye beni ararlardı. Sergi için eserlerin benzerini yapmamı isterlerdi. Benim işim buydu. Ama bunu bir türlü anlatamadım devlet görevlilerine. Sürekli kaçakçı yakalamışlar gibi muamele gördüm. Finike Savcılık, jandarma, karakol arasında, ‘bu eserler gerçek mi sahte mi’ çekişmesiyle geçti ömrüm.”

5 yıl sonra komadan uyandı ama 1980'de yaşıyor

 https://www.gazeteduvar.com.tr/5-yil-sonra-komadan-uyandi-ama-1980de-yasiyor-galeri-1730230?p=7 5 yıl sonra komadan uyandı ama 1980'de ...