...Uzun yıllar önceydi. Bir arkadaşım, kitaplarını ailesinin evinden taşıyacağını, yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Benim tek başıma gitmem yeterli olmayacağı için, fakültedeki temizlik şirketi çalışanlarının ikisinden bize yardım etmelerini rica etmeye karar verdik. İki saat yetecekti ve muhtemelen kabul etmek istemeyecekleri ödeme, onlar açısından da iyi olacaktı. Sağolsunlar kabul ettiler, dördümüz yola çıktık. Eskişehir Yolu üzerinden, Ankara’nın hayli prestijli, pahalı müstakil evlerinin olduğu bir mahallesine gideceğiz. Yolda AVM’lerin önünden geçerken, biri diğerine “Neler yapmışlar buralara?” dediğinde anladım, Eskişehir Yolu’nu ilk kez gördüklerini. Pahalı evlerin mahallesine vardığımızda hayretlerini gizleyemediler. Biri “Abi piyangodan para çıkarsa buradan bir ev alalım,” dedi. Diğeri, “Paramız olsa da bize buradan ev satmazlar,” cevabını verdi. Haklıydı! Gerçekçiydi. Konumunun farkındaydı. Diğerlerinin ona nasıl baktıklarının. Zengin de olsa orada ‘komşu’ olamayacağını biliyordu. Kendini iyi bir şeye değer görmemek derken, anlatmak isteğim bu. Piyangodan büyük ikramiye çıksa ve o mahallenin tamamını satın alçak maddi güce ulaşsa da, değişmeyecek olan his.
Daha da can yakıcı bir örnek, içinde eser miktar ırkçılık da olan, bu kez çok sevdiğim bir hocamın anlattığı. Yurt dışından, hayli zaman önce afili bir bisiklet getirmişler. Yazlıklarında paketi dahi açılmadan yıllarca bekledikten sonra, bir gün, eğer yanlış hatırlamıyorsam tadilata gelen ustanın yanındaki (Kürt) çocuğa hediye etmişler. Bir süre sonra, çocuk, bisiklet ve bir polis gelmiş kapıya. Bisikletin çalıntı olup olmadığını anlamak içinmiş. O bisiklet, o çocuğa yakışmamış, öyle düşünmüş emniyet güçlerimiz. Hâlâ düşündükçe tüylerim diken diken oluyor. Sizi de yaralamıyor mu? Çocuk kendisine neyin yakışıp yakışmayacağını bilerek, haddini aşmadan geçirecek bir ömrü. Ola ki aştığında, biri çıkıp hatırlatacak. Biriktireceği öfke dışında bir öneriniz var mı?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder