İzleyiciler

8 Temmuz 2017 Cumartesi

dinamik metaforlar

yeni dönem filmlerde beni en çok rahatsız eden hikaye öğelerden biri de metaforların gelişigüzel serpiştirilmesi olmuştur. bol keseden havaya savurulan bu metaforların hikayenin derdini, tasasını taşımaları beklenir. hatta birçok film, bir hikayeden yoksun olduğu için metaforlara adeta abanır, hikayenin yüksek niyetleri anlaşılmamasından da biz sefil seyirciler sorumlu tutuluruz.

jennifer van sijll'in "dynamic metaphors" makalesini okumak bu bağlamda hayli ufuk açıcıydı, zira bu tür bir metafor kullanımının beni neden rahatsız ettiğini anlamlandırmama yardımcı oldu. sorunun metafor kullanmanın kendisinde değil, o gelişigüzellikte olduğunun farkında olsam da yerine ne koyacağımı bilmiyordum. yani kırmızıyı görünce öfkeyi veya cinselliği, atı görünce özgürlüğü, sarmaşığı görünce yaygınlaşan toplumsal deliliği anlayacağız. tamam, anlayalım, kullanalım. fakat bu tekil semboller, hikayeyle bütünleşmedikleri için etkileri de hayli kısıtlı, bu yüzden de sinemadan çok klibe, reklama yakışıyorlar aslında (jennifer böyle laflar etmiyor elbette.) imgelemsel alet kutusundan bir alet alıyor, onu kullanıp yerine koyuyor, o kadar. ve bunlar ihtiyatlı kullanılmayınca hikayeyi boğmaya başlıyor bir süre sonra. beni rahatsız eden de buydu.

van sijll, statik metaforlar diyor bunlara. alternatifi ise dinamik metaforlar; yani hikayeleştirilmiş, filmin tamamına yayılan, kendilerine ait bir plot'u olan metaforlar. van sijll, bunlara dinamik metaforlar diyor. filmi yükselten de esasında bu tip bir kullanım, zira çok daha etkili. belki bir mini-story denebilir bunlara. hikayenin kendisi gibi başı, ortası, sonu ve yapıları mevcut. dipten bir akıntı gibi, filmin meselesinin minyatürü gibi iş görüyorlar. şimdi filmin meselesini kurup aktarmak olağanüstü zorlu bir mesai, dolayısıyla dinamik metaforlar, bu meseleyi, temayı kendinde topladığından ötürü çok güçlü. film bittikten sonra da aklımızda kalacak, filmi devam ettirecek kadar güçlü.

 yazar, out of africa'daki beyaz eldivenleri ve bound'daki bahçe makasını örnek vermiş. ikincisini seyretmedim, ilkini kısaca özetleyeyim: afrika'daki çiftliğine taşınan karen, uşağına beyaz eldivenler veriyor. film boyunca avrupalı aristokrat değerleri kabileye empoze etmeye çalışmasından ve kendini dışarıdan bir değer/bilinç taşıyıcısı olarak görmesinden da anlıyoruz ki, beyaz eldivenler aristokrat değerlerin temsilcisi. beyaz eldivenleri ikinci görüşümüzde karen'in beyaz sevgilisi eldivenleri görüp kahkaha atıyor. karen, beyaz eldivenlerin kullanılması gerektiği konusunda ısrar ediyor, tıpkı köylülerin okuma yazma öğrenmelerine yönelik ısrarı gibi. bir de son perdede görüyoruz beyaz eldivenleri. karen, uşağının elindeki beyaz eldivenleri çıkartıyor ve "bunu uzun süre önce yapmalıydım," diyor. aynı şekilde danimarka'dan getirdiği heykelleri, resimleri, ceviz masaları, şamdanları filan da elden çıkartıyor. anlıyoruz ki, karen iflas etti, her şeyini kaybetti ama iç dünyasında bir özgürlüğe ulaştı, maddi dünyaya da değişmez gerçeklik olarak gördüğü avrupa değerlerine de mesafe koyacak kadar bir olgunluğa erişti artık.

yerli bir örneğe bakalım; züğürt ağa'nın çizmeleri. bildiğimiz gibi, ana karakterimiz köyünden olmuş, ağalık konumunu kaybetmiş bir ağa. çizmeleri ilk gördüğümüz yer, sanıyorum boyanma ritüeliydi. uzun bir ritüeldi bu ve ağanın çizmelerine ne kadar bağlı olduğunu görüyorduk burada. daha sonra, kiraz'la birlikte beş parasız kaldıklarında çizmeyi bir eskiciye satıyorlar. ağa, ayaklarını lastik terlikler içinde saklamaya çalışırken, uzaklaşan çizmelerinin peşinden gitmek istiyor ama kiraz durduruyor onu, ne de olsa hayatta kalma mücadelesinde çizmelerin bir yeri kalmadı artık. çizmelerin ağa için ne anlama geldiğini bildiğimizden etkisi çok yüksek bu sahnenin. ağanın neyi kaybettiğini biliyoruz. çizmeleri/ağalık iktidarını kaybetmenin çırılçıplak kalmaktan farkı yok onun için. lastik terlikler, ayaklarını değil de edep yerlerini açıkta bırakıyormuş gibi. bu sahnenin gücü, final vuruşuna da taşınıyor. çizmeler gitmiş, bir çiğ köfte tezgahı için gereken para gelmiş, züğürt ağa ayağında lastik eterliklerle çiğ köfte satarken eski hizmetlilerini fark ediyor. ama utanmıyor, üzülmüyor, çiğ köfte satmaya devam ediyor. ne de olsa ağalık iktidarını temsil eden çizmelerin yerine yaşam mücadelesi vermeyi, diğerleri gibi ağalık konumunu değil de züğürt ağanın kendisini seven kiraz'la birlikte çırılçıplak karnını doyurmayı kabul etmiş çoktan.

iktidar ile çırılçıplak, güçten muaf yaşam herhalde ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi ve film, çizme ve lastik terlik olmadan değerinden çok şey kaybederdi. o kadar güzel seçilmiş bir metafor ki çizme, varlığı gibi yokluğuyla da çok şey anlatıyor. iktidar, prestij ancak giyindiğimiz şeylerdir, bize ait değildirler, işgal ettiğimiz dışsal konumlardır yalnızca. ve bu giysilerden vazgeçmek dünyanın en zor şeyi olabilir, çünkü bir kez bu konumları işgal ettiğimizde o konumdan ibaret olduğumuz gibi bir yanılsamaya kapılırız. ama hantal, ayaklarımızı da benliğimiz hapis alan simsiyah olduğumuz çizmelerden vazgeçebilirsek, lastik terliklerde hürriyeti bulabilir, ağalık konumunu işgal ettiğimiz için değil, bizzat züğürt ağa olduğumuz için bizi seven bir kiraz'la yaşayabiliriz.

meğer ne çok benziyormuş out of africa ile züğürt ağa!

gharab'da henüz dört başı mamur bir metafor örebilmiş değilim. gerçi hezarfen kuklası, kostümü, tavuk tüyleri ve tarihsel hezarfen karakterinde backstory'yi toparlayan bir öyküyü ve filmin meselesini de görüyorum. ama buradaki gibi değil, daha farklı. pek değişmiyor. e, bu işler de yavaş yavaş oluyor zaten.

yazının link'i: https://www.writersstore.com/cinematic-storytelling-dynamic-metaphors/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

5 yıl sonra komadan uyandı ama 1980'de yaşıyor

 https://www.gazeteduvar.com.tr/5-yil-sonra-komadan-uyandi-ama-1980de-yasiyor-galeri-1730230?p=7 5 yıl sonra komadan uyandı ama 1980'de ...